“Fransız İhtilali’nden sonra toplum idealizmini yitirdi. Eciş bücüş tiplerle, fırsatçı kemirgenlerle doldu ortalık. Maneviyat çöktü. Tanrı da put da para. Matbuat satılık. Bankaların yanında eşkıyalar zemzemle yıkanmış kadar temiz kalır. Parayı anlamadan hayatı anlamak ve anlatmak imkansızdı.”
(Derde Deva Rendavu, Balzac)
Geçtiğimiz günlerde ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile birlikte “Yüzyılın Planı” adını verdiği İsrail – Filistin sorununu kalıcı olarak çözeceğini iddia ettiği ‘Orta Doğu barış planını’ açıkladı. Plan geçtiğimiz yıllarda da ABD basınında sürekli yer alan haberle aynı başlığı taşıyor. Trump’un sunduğu planda, İsrail’in başkentinin parçalanmamış Kudüs olarak teslimi öngörülürken, Filistin’e “koşullu” devlet bağımsızlığı teklif ediliyor.
Trump planla ilgili önerilerinde İsrail’ e ait olması öngörülen toprakları tanıyacağını, İsrail’in de planla ilgili bazı ödünler vereceğini söyledi. Filistin topraklarının ise, iki katına çıkarılacağını, kurulacak Filistin devletinin başkentinin Doğu Kudüs’te bulunacağını ve ABD’nin burada büyükelçilik açacağını açıklayan ABD başkanı Trump, hiçbir İsrail ya da Filistinlinin yerlerinden edilmeyeceğini belirtti.
Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas Trump’un öngördüğü plana tepki olarak “ Kudüs satılık değildir. Halkımız satılık değildir” açıklamasında bulundu.
İki savaş arası dönemde kurulması planlanan ve kurulduğu günden bu yana Orta Doğu’da bir tampon bölge görevi gören İsrail için Kudüs şehrinin başkent olması niye bu kadar önemli?
Kudüs şehri tarihi ve semavi dinlerin çıkış noktası olması bakımından Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar için oldukça önemli ve merkez konuma sahip bir şehirdir. Bu özelliği açısından Kudüs şehri son derece kutsal (İsrail’in Kudüs şehrini başkent olarak ilan etmesi, vaadedilmiş topraklara ulaşması anlamına gelmektedir) görülmektedir. Dini özelliğinin yanı sıra Kudüs şehri günümüzde stratejik olarak mihver değere sahiptir.
Özellikle Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte ABD’nin Orta Doğu bölgesinde varlık kazanmak için yaptığı girişimlerle bölge daha kıymetli hale gelmiştir. Günümüzde Rusya’nın da Orta Doğu’da varlığını ilan etmesi ABD’nin bazı bölgelerdeki çıkarlarını tehdit etmektedir. Bu bağlamda hem kendi varlığını bölgede garantiye almak için hem de ekonomisini yüksek oranda kalkındıran İsrail’e vefa borcunu ödemek için ‘Orta Doğu barış planını’ hiçbir hukuk kuralına dayandırmadan medyaya sunmuştur.
ABD, bu bağlamda uluslararası hukukun geçerliliğini, karşılıklı diplomasiyi ve BM’nin kararlarını yok saymıştır. İsrail ile kendi arasında yaptığı planın ise, devletler bazında hiçbir geçerliliği bulunmamaktadır. Üç büyük semavi dinin başkenti sayılması gereken bir şehrin sadece İsrail’in başkenti sayılması söz konusu planın yalnızca ABD’nin çıkar politikasına hizmet ettiğinin açıkça bir göstergesidir.
“…onlar tuzak kuruyorlar. Allah da tuzak kuruyordu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır”
(Enfal suresi 30.ayet)
.