içinde

Hayalin İçinde Hayal, Gerçeğin İçinde Bir Rüya: Hayallerim, Askım ve Sen

“İnsanlığın uyanışı münasebetiyle kendi imkanlarımız dâhilinde mütevazi bir anma töreni düzenledik de. Merak etme giriş bedava.”

(Oğuz Atay, Oyunlarla Yaşayanlar)

Günlük yaşamımızda, benliğimizi, birden fazla role girerek topluma sunuyoruz. Arkadaş çevremizdeki benliğimiz ile işyerindeki benliğimiz birbirinden farklılık gösteriyor. Aile evindeki benliğimiz ile kendimizle baş başa kaldığımızdaki benliğimiz de birbirinde farklı değil mi? Peki, bir odada kendimizle baş başa kaldığımızda gerçekten tek bir benlik içinde miyiz, hayallerimiz ikinci bir benliği oluşturabilir mi?

İzlediğimiz bir film ya da okuduğumuz bir kitabın kurgusal karakterinin gerçek olmasını dilediğimiz zamanlar olmuştur. Bu kurgusal karakterlerin, hikayelerinin, gerçek yasamdaki davranışlarımıza etki ettiğini düşünürsek, hikâyelerden rol çalmış ve hatta oynamış olmaz mıyız?  Yaşamda tekrar farklı bir rol içindeyiz. Oynuyoruz, bazen bu oyunlardan keyif alıyoruz. Bir sürü bize benzeyenler var bu sahnede, onlarla her sabah işe gidiyoruz, ilişkilerden konuşuyoruz, aile kuruyoruz-yıkıyoruz, evlere sığınarak çorap reklamları izliyoruz, hep bunu daha önce yaşamıştık diyoruz, hayata dair bir anlam arıyoruz. Bazen hep birlikte sahneye çıkıyoruz, ödüller alıyoruz, kiralanan vakitlerimiz için. Arada vaktimizi kiraladıklarımız alkışlıyorlar bizi, ödüller veriyorlar hatta bravo bile diyorlar. Bu büründüğümüz role ait oyun “emekli” adı verilen bölüm sonuna kadar devam ediyor. Sonra unutuluyoruz. Tıpkı filmler gibi. Filmler de doğar, büyür ve ölürler. Işıktan yaratılmışlardır; bir yanar, bir söner. Bazıları yıllar sonra muhteşem bir diriliş örneği de sergilerler tıpkı insanın hayatındaki büyüme-olgunlaşma evresi gibi.

Sevmek, utanmak, nefret etmek, aşık olmak, öfkelenmek gibi soyut duyguları ilk nasıl öğrendiğimizi, şimdilerde hatırlayamıyoruz. Tecrübe edilmiş duyguların eskimesi kadar korkunç bir gerçek yoktur hayatta. Hayallarim, Aşkım ve Sen filmini bitirdikten sonra bazı duyguların ilk kez yaşanıyormuşçasına tekrar tecrübe edilemeyeceği gerçeği ile yüzleşmek ve ben bunu  yaşamıştım cümlesinin tekrarına düşmek… Aslında bakarsak ilk nefreti, heyecanı ve aşkı hissederken duyulan o acı deneyimden gelen gözyaşları, insan vücudunun verdiği en anlamlı tepki olabilir mi?  Deneyime mi üzülüyoruz, duyulan hissin tazeliğine mi, gelecekte yaşanabilecek deneyimlerin korkularına mı… İzlediğimiz her dizi-film, okuduğumuz her kitaptaki beğendiğimiz o karakter ve toplumun gerekli-gereksiz öğretileri, hepsi bizim rolümüz, her gün oynamak zorunda olduğumuz.

 Bizi kendimize bıraksalar, toplumun oyuncusu olmasak, rollerimize ikna olmasak, oynamasak, acaba şimdi kim olurduk?

Ne düşünüyorsun?

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir