Amerikan Protestan Misyonerlerinin Ermeniler Arasındaki Faaliyetleri ve Bunun Osmanlı-Amerikan İlişkilerine Etkisi
Amerikan Protestan Misyonerlerinin Ermeniler Arasındaki Faaliyetleri ve Bunun Osmanlı-Amerikan İlişkilerine Etkisi
içinde

Amerikan Protestan Misyonerlerinin Ermeniler Arasındaki Faaliyetleri ve Bunun Osmanlı-Amerikan İlişkilerine Etkisi

Protestan Misyonerlerin Ermeniler Arasındaki Faaliyetleri ve Bunun Etkileri

“Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz”

Hz. Muhammed (s.a.v)

       

         Din tam manasıyla neyi temsil etmektedir? Oluşum ve değişim sürecinde devletlere ve ilişkilerine etkisi nasıl olmuştur? Kavramların ticari ilişkilere göre şekil aldığı bu sistemde yerimiz tam olarak nerede ve hangi rolleri oynuyoruz? İşte Protestanlık, yayılma şekli ve amacı tam da yukarıda aklımızı karıştıran sorulara yanıt vermektedir.

            Tanım olarak Protestanlık; Hıristiyanlık dininin mezheplerinden birisidir. Almanca bir kelime olan Protestan “Başkaldırı, Protesto etmek ve Karşı gelmek” anlamlarını taşımaktadır. Protestan mezhebi 16.yüzyılda Roma Katolik kilisesine karşı, Martin Luther tarafından çıkarılmış bir dini reform şeklinde başlamıştır. Peki bu din tüm dünyaya yayılırken Osmanlı Devletini ve içinde bulunan milletleri nasıl etkilemiştir. İnceleyelim.

Protestanlık Osmanlıda Ne Zaman Başladı?

            Osmanlı topraklarına Protestanlık ilk defa İngiliz misyonerlerince 17. yüzyılın birinci yarısında girdiği bilinmektedir. 18. yüzyıldan itibaren örgütlü bir şekilde çalışmaya başlayan İngiliz Protestan misyonerlerinin faaliyetleri  ise 20. yüzyıl başlarında doruk noktasına ulaşmıştır. Özellikle Balkanlar, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de faaliyetleri yoğunlaşan İngiliz misyoner örgütleri içinde British and Foreign Bible Society (BFBS), Osmanlı Ermenileri arasındaki çalışmaları ile dikkat çektiği görülmektedir. Protestan misyonunun tesisi için Ermenilere “çok düşük fiyata” İnciller dağıtan BFBS, 1822 yılında İncil (New Testament)’in Ermenice-Türkçe çevirisini, 1823’te de Ermeni halk dilindeki çevirisini hazırlamış ve bununla beraber, Türkiye’de Protestan misyonerliğinin gelişmesine en büyük katkıyı İngiliz misyon örgütlerinden ziyade Amerikan misyon örgütleri yapmıştır.( Osmanlı’da 1856 Islahat Fermanı’nın getirmiş olduğu “din serbestliği” faktörünün etkisi)  Zira, Osmanlı topraklarındaki Amerikan misyon örgütlerinin faaliyetleri, diğer misyon örgütlerine göre siyasi ve kültürel sahada daha fazla etraflı sonuçlar doğurmuş, 19 ve 20. yüzyıllarda çoğunlukla Osmanlı-Amerikan diplomatik ilişkilerinin belirleyici bir unsuru olmuştur.

Ermenilik Bilinci Ne Zaman Ortaya Çıktı?

Genel olarak misyoner çalışmalarının ortaya çıkardığı sosyo-politik, kültürel öğelerden biri de misyonerlerin nüfuz ettikleri toplulukların ulusal hislerini işlemeleri olmuştur. Amerikan misyonerlerinin de Osmanlı Devleti’nin gerek Avrupa ve gerekse Asya topraklarındaki faaliyetleri Osmanlı Hıristiyanlarına ulus şuurunun kazandırılması noktasında benzer sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Özellikle Balkanlarda Bulgarlar arasındaki “Bulgarlık” bilinci, Anadolu’da Ermeniler arasındaki “Ermenilik” bilinci büyük ölçüde misyonerler tarafından verilmiştir( Bu bilinçlenmenin ortaya çıkardığı kimlikçi hareketler en çok Ermeniler üzerinden etkili olmuştur).  Ermeniler, misyonerlerden dinledikleriyle, aldıkları eğitim ve gördükleri yardımla özellikle dil ve kültür sahasında milli bir alt yapı edinmişlerdir. Bu kazanım onlara siyasi sahada devlet ve vatan konularında bir bağımsızlık düşüncesi aşılamıştır. Dolayısıyla Ermeniler aldıkları eğitimle tebaası oldukları devlete ve ülkeye hizmet etmek yerine, devletine karşı gittikçe yabancılaşan düşmanca bir ruh hali içine girmişlerdir. Üstelik, mezun olduktan sonra öğretmenlik, vaizlik, doktorluk gibi görevler alarak artık misyonerler için bir müşteri değil, bizzat misyonerlerin işlevini üstlenen yeni nesil Ermeni çocuk ve gençlerinin mimarı olacaklardır. 1895 yıllarında Anadolu’da bulunan Rus miralaylarından Potiyat, hazırlamış olduğu raporda bizzat Ermenilerin aldıkları derslerin kimlik boyutunu gözler önüne sermektedir.

Görüldüğü gibi çocukluk ve gençlik yıllarını misyoner okullarında geçiren ve devletine karşı ayrımcı fikirlerle donatılan Osmanlı vatandaşları, temelde Osmanlı topraklarındaki büyük devletlerin emperyal çıkar ve tasarılarının oyuncağı görevini gütmüşlerdir. Protestan ruhbanının mensup oldukları devletlerin de etkisini kullanarak gizli ya da açık bir şekilde Ermenilere nüfuz etmek için icra etmiş oldukları faaliyetler, Osmanlı devlet adamlarının ülkelerinin selameti için çözmek zorunda oldukları Ermeni sorununu daha fazla içinden çıkılmaz hale getiriyordu. Osmanlı hükümeti biliyordu ki, suyun başı tutulmadan musibetten kurtulmak mümkün değildi. Keza, Osmanlı hükümetinin misyonerlerin menfi faaliyetlerini önlemek için aldığı her tedbir Amerika ve Avrupa’da misyonerlerce işlenen Osmanlı aleyhtarlığına yeni bir malzeme olmuştur. Aynı zamanda Osmanlı Devleti üzerinde kurulan baskı, Osmanlı hükümetinin yaptığı yasal düzenlemeleri kağıt üzerinde bırakmış ve hatta bazen yerel yöneticilerin almış oldukları önlemlerden geri adım atılmasına bile neden olmuştur. Yani her zaman bir yabancı müdahalesini hesaba katan Osmanlı hükümeti sorunlarını suhuletle halletmeyi prensip olarak benimsemiş, misyonerlere karşı ihtiyatla hareket etmeyi tercih etmiştir. Hükümet “tedrisat-ı muzırra”da bulundukları bilinen ve tamamen usulsüz olarak çalışan mektepleri kapatmak veya faaliyetlerini engellemek isteyen yerel yöneticilerine, bunun bazı siyasi zararlarını göz önünde bulundurularak “mülken dahi” zararları bulunduğundan “siyasete dokunur bir mes’ele hudûs ettirmemeyi” tavsiye etmiştir.88 Amerikan misyonerlerinin düşmanca tavrına karşı yöneticilerini uyaran Osmanlı hükümeti, bir taraftan da Amerikan hükümeti nezdinde şikâyette bulunarak diplomatik bir çözüm bulmaya çalışmıştır. Bu süreç ne yazık ki pek olumlu sonuç vermeyecek, misyonerlerin Ermenilere yükledikleri bu kimlik boyutu daha da yayılmacı bir hal alacaktır.

Her şeye rağmen Amerika ile ilişkilerini bozmamaya çalışan dönemin Osmanlı devlet adamları bir taraftan da Ermeni sorununu Amerikan kamuoyuna tanıtmaya çalışmışlardır. Özellikle, 1887-1896 yıllarında Osmanlı Washington elçisi Alexandre Mavroyeni bu konuda büyük çaba ve başarı göstermiştir. Mavroyeni Amerika’da Ermeni Komitecileri ve ruhban sınıfına karşı amansız mücadelesini yürütürken,  Amerikan hükümeti ile “samimi” ilişkilerin devamını da gerekli görmüştür.  Misyoner Knapp’ın sınır dışı edilmesi ile ilgili olarak Amerika’da Osmanlı karasularına Amerikan gemisinin gönderilmesi için Amerikan hükümetine baskı yapıldığı ve Amerika’da “herkesin ABD hükümetinin Osmanlı hükümetine oldukça şiddetli tavır alacağını düşündüğü” bir sırada Mavroyeni, “Amerikan ahalisine hoş görünmenin” Osmanlı Devleti’nin menfaati gereği olduğunu tavsiye etmiştir. Mavroyeni Amerikan halkını merkeze almıştı; çünkü Amerika’da cumhuriyet idaresi 4 yılda bir yapıldığı için Amerikan halkının sempatisinin her zaman gerekli olduğunu düşünmüştür. Bu düşünce aynı zamanda Osmanlı hükümetinin hareket tarzının belirleyici unsurlardan biri olmuştur.

Sonuç itibariyle Amerikan hükümetinin korumasında Ermeniler arasında Protestanlığın neşri yolunda büyük bir mesafe kat eden Amerikan misyonerleri, Osmanlı-Amerikan ilişkilerinin önemli bir öğesi olmuştur. Misyonerler, bir taraftan başta Ermeniler ve Bulgarlar olmak üzere Osmanlı imparatorluğundaki ayrılıkçı hareketlerin hazırlayıcı bir faktörü olurken, bir taraftan da Amerika’nın, Monroe doktrininin “karışmama” politikasına aykırı olarak Osmanlı Devleti üzerinde tehditkâr bir tutum benimsemesine neden olmuştur. Bununla birlikte; Osmanlı hükümeti misyonerlerin menfi faaliyetlerine karşı kısmen bir takım önlemler almasına rağmen, temelde varlığının devamı için yürüttüğü “denge” politikasının da bir gereği olarak ABD ile iyi ilişkilerini korumayı ve sorunları uzlaşı ile çözmeyi benimsemiştir. Ancak uzlaşı çabası genellikle Osmanlı hükümetinin tavizler vermesiyle sonuçlanmıştır.

Ne düşünüyorsun?

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir