“Önce hiçbir şey yoktu. Bütün evren kelimesiz bir tekdüzelikten ibaretti. Tanrı, bir süre sonra tekdüzelikten sıkıldığı için durgunluğu yarattı. Sonra durgun yaratıldı. Bu sıfat tek başına varolmadığ için, durgun denizler ve durgun havalar ve durgun karalar ortaya çıktı. Durgunluk bulut getirmediği için denizler her zaman mavi ve durgunluk havayı karıştırmadığı için dalgasızdı. Hareket olmadığı için büyüme yoktu. Ne yükselme vardı ne genişleme. Kimse kimseyi geçmiyordu. Yarışma icat edilmemişti. Ve Tanrı, Hüsamettin Tambay’ın ilk atasını, insanı yarattı. İşte ondan türeyenler…”
(Oğuz Atay, Tehlikeli Oyunlar)
Medeniyetin gürültüsü içinde insan, modası geçmiş oyunlarla birlikte belirli bir kalıp içerisinde köşelere atıldı. Tıpkı sizin gibi, tıpkı benim gibi… Neyi nasıl düşüneceğimize, korkularımıza, inançlarımıza hep birileri karar verdi. Bu birilerinin söylemleriyle neye inanmamız gerektiğini seçtik, neyin doğru neyin yanlış olduğunu birilerinin kararlarıyla belirledik. Birileri mutlu olurken itilen inorganik mutluluğun önünü bariyerlerle kapattık, irademizi yoksaydık. Peki kim bu birileri?
Toplum, bireyi kendi hamurunda yoğurup şekil verdikten sonra, bir köşeye atarak takip etmeye başlıyor. “Benim tanımlarımdan uzak bir hayat sürüyor mu? “ diyerek kontrol mekanizmasını elden bırakmıyor. Birey, bu doğrular içerisinde yanılgıya düşerek yabancılaştığında ise, toplum onu yalnız bırakma eylemini gerçekleştiriyor. Yalnız ve topluma yabancı bir insan, bu kalabalığa ne kadar fayda sağlayabilir?
Yıllar boyu başkalarının düşüncelerine hapsolmuş, onların doğrularını gerçekleştirmiş, onlar için çalışmış insan yapay bir mutluluk sergiliyor. Üstelik oynadığı rolün farkına varmadan. Birilerinin sözlerine bağımlı, birilerinin mutluluk tanımına bağımlı, birilerinin iradesini yönetmesine bağımlı olarak rolünü yayıyor, kendi nesline. Kendiyle yüzleşmeden.
İnsan ilişkilerinde tüketimi seçiyor, raftan elma seçer gibi kısa ve hızlı tüketim ürünleri gibi kolay bozulup atılabilen cinsten, Havva’yı Havva’dan istemek yerine, Havva’ya bundan söz bile etmiyor. Kaderin oyuncakları piyesini oynamaya devam ediyor.
Derler ki, bu ülkede, büyüklerimizin yaptırdığı bir yağmada, ortalığa dökülen yaratıkları, vatandaşlarımız ilk defa görüyorlarmış. Onlar da vatandaşlarımızı ve vatandaşlarımızın yürüdükleri caddeleri ve vatandaşlarımızı seyrettikleri vitrinlerdeki eşyaları ilk defa görmüşler. Eşyadan gözleri kamaşmış, düzgün yolda ayakları birbirine dolaşmış. Onlara alması öğretilmediği için, parçalayabilmişler ancak; vahşetten değil, görgüsüzlükten. Buzdolabı karları yağmış; kumaş selleri akmış sokaklardan. Sert kaplamalı caddeler ayaklarını acıtmış olmalı ki, sadece yeni ayakkabı almayı akıl edebilmişler, ayaklarını saran paçavraları, dükkanların temiz mermerleri üzerine bıraktıkları gibi insanın ayağını okşayan ayakkabılar giymişler. Apokalipsin Dört Atlısı, o gece oldukça yorulmuş. Oysa şimdi sakin görünüyorlar ve sen de bu görüntüye kapılıyorsun.