içinde

Kendi Semasında Tek Yıldız

“Yoğun inançlar; kişinin derinlerinde yaşanan boşluğu doldurmaya yönelik, benlik duygusunu oluşturmak için bilinçsiz çabasından başka bir şey olmayabilir. Aşırı problemli kişisel ilişkiler, geçmişi, yaşamının hiçbir zaman kendi kontrolünde olmadığını gösteriyor. Gerçek kişiliğine hiç de yakın olmayan rollere bürünmüş. Mahkemeye ve insanlara yöneltilen kederli soru –Hayatımın sahibi kim?- tüm varoluşun özeti.”

(Gabor Mate- Vücudunuz Hayır Diyorsa)

Hiç hayatınızı bir oyundaymış gibi dışarıdan izlediniz mi? Bu eylemi şu an niye gerçekleştiriyorum? Partnerime, gerçekten toplumdaki rolüme uygun davranıyor muyum? Aile bireylerinden birisini kaybettiğimde, hüznümü herkese belli etmem bu kadar gerekli mi? Yalnız kalmak istemek neden dışarıdan bu kadar acınası görünüyor? Şu an hissettiğim duyguları sırf bugüne dek öğrendiğim için mi devam ettiriyorum yoksa gerçekten bu benim gerçek hislerim mi?

Toplumsal rollerde benlik her zaman aynı mekanizma ile işleyen fabrika gibi çalışmıyor. Ancak öğretiler tıpkı bir fabrika gibi her gün aynı şekilde işliyor. Her gün gelenekselleşmiş eylemleri sanki hayatımıza mal olacak bir normmuş gibi gerçekleştirmeye devam ediyoruz. Tüm sınıfsal farklılıklara rağmen bir üst kademe için tetikleniyoruz, motive ediliyoruz. Peki, cidden bunları biz istiyor muyuz? Bir üst kademeye geçmek bireyin kendi içindeki haz duygusunu mu tetikliyor yoksa çevresinde oluşturduğu gösteriş toplumuna sunmak istediği karakterini mi? Gerçekten hayatımıza almak istediğimiz kişileri otomatik oluşturulan ve hatta aile bireylerinden telepatik kodlarla aldığımız imgesel hislerle mi belirliyoruz.

 Her değişime bu kadar kolay adapte olmanın zorluğu neden hiç konuşmuyoruz.

Dünyadan istediğimiz talep ettiğimiz şeylerin çocukluktan gelen, bilinçaltında yer alan tatmin edilmemiş ihtiyaçları değil, mevcut somut ihtiyaçlarımızı karşılaması gerekir. Geçmiş ile şimdiki zaman arasındaki ayrımlar bulanıklaşıyor ve bizler kendimiz için yapay olan her duyguyu eyleme geçirme mücadelesine sürükleniyor. Menüden yemek seçer gibi ekran kaydırarak ilişkilerin yaşandığı, duygusal yeterliliğe bile ulaşmadan elendiği bir dünyada kahve alırken tanışarak sohbet etmenin içtenliği ve gerçekliğinin özlenmesi yanlış değil.

Bizler, uyarı sistemimizi oluşturmak üzere tasarlanmış içgüdülerimizle temasımızı kaybediyoruz. Sanayileşmiş dünyadaki en büyük tüketim kaynağı duygularımız. İnsanlar hiçbir yere kaçamayan denek hayvanları gibi, o masadan başka masaya geçerek kaybettiği duygusal benliğini bir saatlik buluşmalarda bulacağına inandırılıyor ve bu duygusal kalıplara giderek hapsolmuş hale geliyor. Ekonomik kalkınma seviyesi, iktidarın halkı istediği inanç düzeyinde şekillendirmesi ve inançlara bağlı yönelimler ne kadar fazla olursa, duygusal gerçekliklerimize karşı o kadar uyutulmuş oluyoruz. Bedenimizde ne olup bittiğinin farkına varamıyoruz, hissedemiyoruz. Kendi öz benliğimize sığırlaşıyoruz. Ne acı.

Ancak, iyileşmek için artık kendi kendimizin kahramanı olmamız gerekli.

Ne düşünüyorsun?

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir