“…Subaru Forester’ın içindeydik. Yollar reklamlarla doluydu. Binaların dış cepheleri, billboardlar, ışıklı panolar, bez afişler, dijital ekranlar… Her yerden logolar, amblemler, sloganlar fışkırıyordu. Kadınlar, iç çamaşırlarının ve ayakkabılarının marka etiketinden aldıkları destek nispetinde özgüvenliydiler. Erkekler, otomobillerinin modeline bağlı psikolojik bir hiyerarşi içinde trafikte seyrediyolardı. Rekabet kızışmıştı. Kimliği belirsiz düşman, topluma kendi karakterini vermişti. Köleliğin adı konmamış biçimleri devredeydi. Sahtelik, aldatma ve avuntuyla karılmış harç, hayatın temelini teşkil ediyordu… Şov devam etmeliydi. Kaybedişin kaçınılmazlığı ve kayboluşun kesinliği adına…”
(Murat Menteş, Ruhi Mücerret)
Hayatımız boyunca hep bir şeylerin yetmediğinden, yarım kaldığından ya da zamanın yetişmediğinden hatta bu koşturmacanın içinde- belki -yaşamı kaçırdığımızdan şikayet ediyoruz. Tüm bu kargaşa içinde güne gözlerimizi açtığımız vakit, “Günaaaydınlar X marka kahve ile güne zinde başla” reklamlarını duyuyoruz. O gün sona erene dek reklam dinlemek/izlemek istemiyorsak çeşitli üye paketleri teklif edilerek zihnimizi bu zorbalıktan arındırabileceğimiz iddia ediliyor. Ve evet bu arındırma sizi başka bir tüketime yönlendiriyor. Ve elbette hepimiz birer müşteriyiz. Aklımıza gelen tüm reklamların da en hızlı tüketicisiyiz.
Kapitalizm artık sadece bir rant tüketimine teşvik etmiyor. Duygusal tüketim, haz tüketimi, bedensel tüketim gibi daha soyut kavramları da ele geçirdi. Ve ekranları sürekli kaydıranlar bundan oldukça memnun gözüküyor.
Toplum, rutin, basit ve klişe hikâyeler bütününde bir olay örgüsünü sürekli devinim halinde yaşarken bu toplum içinde oluşan farklı bir grup, tam tersi tüm hazları tüketme ve yaşanılan ilklerin kıymetinden uzak belki çok daha az sentimental bir yaşam teşviki içerisinde. Ancak emeklemeden koşmayı öğrenemeyiz. Yaşanılan tüm sıradan günlerde saklı, insani duyguları, binlerce kez bize hatırlatabilecek anılar hala içimizde. Blöf ihanetler, sentetik nezaket prosedürü, göstermelik neşe sadece ebedi bir biçareliğe yol açıyor. Duygular ve hazlar bir kumandaya bağlı gibi artırılıp azaltılıyor. İlişkilerde süreli ve anlık sevgiler paylaşılıyor. Süreklilik, tazeliği koruma ve ilişkiyi beslemek, yüceltmek ise çocuksu bir saflık olarak adlandırılıyor.
Oysa kaderini çizerken cetvel kullanamazsın. Ve gülmek, ağlamak, acı çekmek, mutlu olmak, bitişler ve başlangıçlar insanın hikâyesinin yarım kaldığını göstermez. Aksine o hikâyeye eklenecek yeni duyguların habercisi olabilir.
Ne de olsa hayat bir oyun sahnesi. Bu oyunu yapay bir sahtelikle mi oynamak istersin yoksa kainat kaygan bir zeminde bile olsa kimseye tutunmadan tamamen gerçek seni bu oyuna davet eder misin?