“Kendini boşa harcamış olur insan, dilediğine erer de sevinç duymazsa. Yıktığın hayat kendininki olsun daha iyi, yıkmakla kazandığın şey kuşkulu bir mutluluksa.”
(William Shakespeare, Macbeth)
Sanayi Devriminin ardından yaşanan teknolojik gelişmeler, insan gücüne dair birçok yeni gelişmenin oluşmasına yol açtı. Tek bir kişi aynı zamanda bir makinanın kolu oldu, bir başka kişi makine kollarının şefi oldu, bir başka kişi hem şeflerin hem de insani makine kollarının yöneticisi oldu, bir başka kişi ise, tüm bu üretim ve tüketim faaliyetlerini yönlendiren, toplum dinamiklerini oluşturan adına iktidar dediğimiz oluşumun adı oldu. Tüm bu üretim ve tüketim faaliyetleri ise, iktidarın güçlenmesine ve insanlık üzerinde yeni ve elbette çeşitli kolların yaratımına destek sağladı. Yeni yaratılan kollarda yeni insanı makinenin kolları ve bacakları oluştu. Bu üretim en nihayetinde dehşet bir tüketim ile beslendi. Tüketim beslendikçe üretim kanalına farklı kavramlar geldi. Üretim kısmında çalışanlar hiçbir yüzyılda ürettikleri değerin vereceği refaha ulaşamadı. İktidarın varlığı aileye, insan ilişkilerine kadar sıçradı ve günün sonunda daima iktidar ve üretim materyallerini ellerini bulunduran çok uluslu şirketler kazandı.
İnsan ilişkilerine sıçrayan iktidar, bireyler arasında hiyerarşik bir bölünmeye yol açarken, iktidar kazanmaya devam etti. Toplum ataerkil ve anaerkil olarak bölünmeye devam ederken iktidar, oluşan kaos durumundan beslendi. İşçi artı emek sömürüsünde sesini duyurmaya çalışırken, işçi kaybetti, iktidar yine kazanan taraf oldu.
Devlet iktidarının devamlı kazanmasını sağlayan aygıtların bizler olduğunu söylersek yanılmış olmayız. İki cins arasında, yetişkinler ile çocuklar, aile, işyerleri, hastalar ile sağlıklılar, normaller ile anormaller arasında var olan iktidar ilişkileri… Bütününün devlet iktidarından kaynaklanmadığı nasıl söylenebilir?
Toplumda birey için en önemli şeyin bir özneyle çağrılmak olduğunu biliyoruz. Bu öznelerin aile ve iş hayatımızdaki statü dediğimiz kavramı tetiklemesi, çoğunlukla bireyin iş hayatında kendisine gösterilen hiyerarşik iktidar modelini aileye yansıtması, kişinin, kendisini aile içerisinde iktidar olarak belirlemesine yol açmıştır. Bu sebeple iş ve aile yaşantısı çoğunlukla birbirine karışabilir, hayatın farklılığı tam bu alanda ortaya çıkabilir, insan farklılıklarına, yenilgilerine, kazanımlarına tüm bu kaos evreninde kendine ayna tutarak ulaşabilir. Tek bir düzenin aksine, kaos insanı besler, insana seçim şansı sunar. Peki, aile hayatımızı işe geldiğimizde tamamen unutturan bir sistemin içerisinde yaşamak, nasıl olurdu?
Severance dizisi, ürettiği müthiş distopik ana fikirle yola çıkarak, iş alanında yeni teoriler üretilmesine sebep olacak bir yapım olmuş. Siz de işe geldiğinizde ailenizi, cocuklarınızı, kendinizi unutmak ister misiniz? Beyninize bir çip yerleştirilmesini, kendi rızanızla, bu işte çalışabilmek adına kabul ediyorsunuz. Bu şirkete başladığınız vakit aile hayatınız, işe başladığınız an sıfırlanıyor. İki ayrı insana bürünmekten bahsediyorum. İş yerinde farklı birisi olabilirsiniz, etik olmayan her şeyi yapıyor olabilirsiniz, söz konusu tüm evreleri mesai bitiminde unutacaksınız! İnsan hayatına en acımasız müdahale, anılarına bir çip yerleştirmek, ömrüne biçilen zamandan çalmak, kendine biçilen zamana el koymak…
İktidarın insanlara sunacağı, hem de günde 8 saatlik, farklı bir hapishane. Öyle değil mi?
Dünya hayatı gerçek bir rüya ise, ne zaman uyanacağız?