içinde

Şefkatli Bir Merak

“Bir şeyi reddetmek sizde suçluluk duygusu yaratırken, rıza göstermek aslında bir kırgınlık bırakacaksa, suçluluğu tercih edin. Kırgınlık ruhun intiharıdır.”

(Gabor Mate, Vücudunuz Hayır Diyorsa)

Henüz küçük bir çocukken, mahalledeki bütün yaşıtlarımla bir kediye ilk kez dokunduğumuzda çok heyecanlandığımızı anımsıyorum. O kediyi besleyip her gün sevdiğimizi ve geceleri “acaba şu an ne yapıyor” diye düşünen sabahlara uyandığımızı. Ve kar yağdığında yine camdan dışarı bakarak sokağa çıkacağımız anı müthiş bir arzuyla beklediğimizi… Büyüme evresine geçtiğimizde bir şeyleri ilk kez deneyimleme durumu geçmişti ve artık çevremizde olan biten her şeyi geçmişteki birikmiş anılarımızla yüzümüzde oluşan tatlı bir tebessümle hatırlıyorduk. Ancak sokağa çıktığımızda yine aynı heyecanla ve tutkuyla oynuyorduk oyunlarımızı, kahkahalarımız ise, evet, hala arka mahalleden duyuluyordu.

Her gün aynı sokağa girsem bile o sokağa aynı bakmamayı çok önceleri öğrenmiştim. Çünkü bu küçük mahallede mevsimleri en canlı şekilde görme fırsatım olmuştu. Bu mahallede büyüyen incir ağacında incirleri toplarken, sonbaharın gelişiyle dökülen yapraklarını görmezden gelemezdim. Kar yağdığında dalındaki yaprakları sallayıp üzerindeki karları düşürüp eğlenirken, tam mevsimi geldiğinde oluşan incirlerin yerlere düşmesine de izin veremezdim.

30’lu yaşlarıma geldiğimde de hem insan ilişkilerine hem doğaya hep keşfedilmesi ve her anının kaçırılmaması gereken -belki de- bir şeyi ilk kez deneyimleyen bir çocuk gibi yaklaştım. Binalardaki yanan her ışık bana her insanın ayrı bir hikâyesi olduğunu anımsattı ve bu yüzden belki de her insan keşfedilmeye değerdi ve herkesin duyguları, hisleri özeldi. Ancak duygularda tıpkı bir yemek gibi eskiyen bir kıyafetin yırtılması gibi biten bir parfüm şişesi gibi tüketilebilirdi. Ve yaş aldıkça rutine binen yaşamların çoğunda kaçırılan binlerce güzel an olduğunu gözlemledim. Evliliklerde çocuklarının ilk adımlarını kaçıran ebeveynler, bunların ilk şahidi dedeler, ilişkilerde oluşan bağ konforuna bağlı olarak gelişen nezaketten uzak yakınlaşmalar, çalışma hayatına başlayıp iş dışında bir alanı olmayan insanlar, kopuk aile bağları, sahte sevgiler, keşfedilmemiş travmalar hem soyut duyguların tüketilmesine hem de insanın kendi, kendini içine kapatmasına yol açıyor. Bu tutsaklık süreci, içindeki henüz -belki de hiç-  keşfedilemeyen duyguların, müebbet hapis yiyen bir mahkum personasına dönüştürüyor. Aslında insanın en temel ihtiyacı duygularıdır. Yaşamın her anı insana verilmiş bir ödül gibidir. Birisiyle flörtleşirken gelen heyecan, arkadaşın mutsuzken hissettiğin acı, yeni bir yer keşfederken etrafa açılan merak dolu bakışlar, çocukluk travmalarını fark ettiğin o an hissettiğin hayata yeniden başlama güdüsü, çalışırken üstlerine duyduğun öfke, bir bebeğe bakarken hissettiğin vicdan, kalbin kırıldığında gözlerinden akan yaş… bu duyguları bastırmak, insana sigaranın vücuda verdiği zarar kadar hasar bırakabilir. Ve kendimize vereceğimiz en güzel hediye duygusal yeterlilik ile beslenmemiz olacaktır.

Ne düşünüyorsun?

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir