“Hayatta iki şeye güveniyorum. Biri aynaya baktığımda gördüğüme, diğeri yukarı bakmadığımda göremediğime.” (Takva, 2006)
Dünya tarihi incelendiğinde, birden fazla savaşın sebebinin aynı olduğunu anlaşılacaktır. Semavi dinler çerçevesinde devletler, emperyalist yayılma aracı olarak dini kullanmışlar ve bu bağlılıkta bir hâkimiyet kurmak istemişlerdir. Teknolojik gelişmeler din üzerindeki bu düşüncenin reforma uğramasını sağlayacak ve yeni din oluşumları perspektifinde sadece çalışmak ve yüksek kar elde etmek ( Burjuva onayı” Tanrı onun ticaretini kutsasın”) ibadet sayılacaktır. Bu bağlamda zamanın para olduğuna dair notlar kitaplarda yerini alacak ve paranın parayı üretmesi, paranın verimliliğini arttırmak, kimden ödünç para alınmalıdır ve paranın ahlakı gibi başlıklar kıymetli hale gelecektir.
Kapitalist sisteme uygun inançlar, devletlerin ekonomik sistemlerine orantılı olarak insanlara aktarılırken, Müslüman devletler de bu sistemin içerisine dâhil olmak zorunda bırakılmıştır. Dünyada güçlü olan devletlerin sistemleri, inançları, kültürleri bir şekilde gelişmekte olan ülkelere dikte edilmektedir. Bu süreçte ise, bir dine mensup insanların o dini tam manasıyla inançları doğrultusunda yaşayamadıkları aksine asimile bir kültür karmaşası içerisinde yaşamaya çalıştıkları görülmektedir.
Kapitalizm, içerisinde barındırdığı sınıf sistemini, yaşamın her alanında toplumlara aktarmayı başarmıştır. Ailenin içerisinde bir sınıf sistemi bulunurken, din içerisinde de, siyasette ve insan ilişkilerinde de bu sınıf sistemini açık bir şekilde görmekteyiz.
Dinin içerisindeki sınıf sistemi gücü elinde bulunduran bir tarikat liderinden, lidere bağlı olan ve işlerini halleden güruhtan ve sorgusuz sualsiz bu lidere bağlı olanlardan oluşmaktadır. Tarikat lideri dinin temelleri doğrultusunda kendisine bağlı olanları yönlendirmek gayreti içerisindeyken, kapitalist sisteme ayak uydurmak zorunda kalacaktır. Takva filmindeki Muharrem karakteri,- tarikat lideriyle olan ilişkisinin gelişmesine bağlı olarak,- dinin parayla olan ilişkisini sorgularken, asıl inandığı dinle bağdaşmadığını farkettiğinde bir dönüşüm yaşayacaktır.
Dinin reform edilmiş kısmı, yalnızca ekonomik ilişkilere değil insani ilişkilere de yansımaktadır.
Muharrem karakteri, bu sınıf sistemi içerisinde sorgusuz sualsiz tarikat liderine bağlı olan ve söylediği her işi büyük bir heyecanla gerçekleştirmeye çalışan grupta yer alırken, dine uygun olmayan bazı durumlarla karşılaştığı vakit tarikat liderinin vermiş olduğu yanıtların aslında onu ne kadar muallâkta bıraktığını görmekteyiz. Muharrem’in, kendi içerisinde içki içen bir insandan alınan kiranın Allah yolunda harcanan emeğe bir katkısının olup olmayacağını sorgulaması ve paranın getirdiği ünle birlikte daha çok para akışının sağlanmasıyla birlikte kurduğu şu cümle:
“Yaradanın korkusu beni düzene sokar sandım. Ben sadece iyi bir insan olmak istedim Muhittin sadece iyi bir insan. O her zaman ve her yerde var. Yaradan her zaman, her yerde var. Onun dediklerini yaparsan onun istemediklerini yapmazsan hem bu dünyada iyi bir insan olursun hem de öbür dünyada rahat edersin. Ama olmadı. Olmuyor. Şeytan her zaman var. Belki de şeytan dediğimiz bizzat kendimiziz. ”
Muharrem’in biyo-psişik canlının paranoyak-faşizan bir sabuklaması olan kültürün üstüne kurulduğu iki mitolojik figürün (Tanrı-Şeytan) kapitalist süreçlerdeki imgesel ilişkisine odaklanmamızı sağlarken, kendisine, itirafı yaklaşan gerçekleri açıklamaya çabaladığını da gösterir. Dünyevi işler, Muharrem karakterinin tarikata olan bağlılığını ve inancını yitirmesine sebep olacaktır. Tövbe kapısına günlerce ulaşmaya çalışan Muharremin, kendi paradokslarında boğulduğunu, her hesaplaşmasında görmekteyiz.
Kapitalizmin piyasadaki işlevlerine tanık olan Muharrem “belki de şeytan bizzat kendimiziz” derken aslında Allah yolunda çabaladığını iddia eden dini liderlerin bile parayla rekabete girdiklerinde, seçtikleri bu yolda yürürken, yapaylaştıklarını ve paraya karşı yenildiklerini bizlere, kendi iç hesaplaşması yoluyla gösterecektir. Dinin araçsallaştırılması ve Allah’ın buyruklarını sermaye yolunda kullanmaları, Muharrem karakterinin saf, temiz, koyu Müslüman olan karakterinden uzaklaşmasına, kendisini tanıyamayan, gördüğü rüyaları sürekli inancı ile bağdaştırmaya çalışan, aklanan kara paraları ve yenilen kul haklarını artık bir kılıfa sığdıran, bir insan tiplemesine dönüşmesine sebep olmuştur.
Muharrem gibi ahlaken dört dörtlük bir bireyin bile hazlarını tanımasıyla ortaya çıkarttığı karakter çok korkutucu olabilir. Ancak filmdeki replikte de belirtildiği gibi: “Allah haksızlığı yarına bırakır; ama yanına bırakmaz.” Ve din güzel ahlaktır.